17 Ekim 2010 Pazar

şehirde seyahat

Şehir prensesi Ferhan arabayla seyahat etmeyi seviyor. Ama trafikte araba seyahatleri, onlar için her ne kadar eğlenceli de olsa, bizim için şamatalı bir eziyete dönüşebiliyor.  




Haftasonları mümkün olan her yere , özellikle de şehir merkezine tercihimiz, metro bu durumda! Hele de oturacak yer varsa, keyfimize diyecek yok!




14 Ekim 2010 Perşembe

gelişimiz...

Bu durumda , daha somut bir giriş yapayım. 

Gelişimiz oldukça şanslı bir iklimde oldu. Uzun ve çok çok sıcak bir yazdan bunalmış olarak,  sorbe kıvamında güneşli bir havada bulduk kendimizi. Ferahladık...
Ancak bu ferahlık çok uzun sürmedi ve yaklaşık 3 gün içinde normal koşullarda Türkiye ‘ de kışın göbeği olarak tarif edebileceğim soğuk bir sonbahar ve ardından ciddi bir soğuk kucakladı bizi... Bu daha birşey değil dediler, ve bu günlerde de kanıtlanıyor bu... 
Eşyalarımızın gelişinin çok gecikmesi ve geldiklerinde karşılaştığımız manzara sebebiyle bizi çok çok yıpratan ilk üç haftayı çoktan aştık, hatta bir asır kadar uzak hissediyoruz artık... .

Kendimizi "ev"de hissetmeye başlayalı çok oldu.  Bizi evden daha mutlu eden şey ise, şehrin her yerinde devasa , temiz ve çok güzel parklar olması... Ve bir tanesi de apartmanımızdan çıkar çıkmaz hemen önümüzde uzanıyor...
Bizim parkımız...

Sincaplar ve kuşlar ile tanıştık,  bir de su sıçanlarıyla... Ferhan'ın Ratatouille ve Despero 'yu  seviyor olması , benim su sıçanları ile ilgili duygularımı değiştirmiyor...

Onur da  ısrarla aslında köstebek olmadığını iddia ediyor - sanırım korkuyor! .Zaten görmedik de ama olsa bile    gürültümüz sebebiyle hiçbir zaman da ortaya çıkmayacağını anlatamıyorum tabii... 

13 Ekim 2010 Çarşamba



Uzun zaman önce karar vermiştim böyle bir blog yapmaya... Notlar da aldım ama bir türlü kafamı toplayarak mesai harcayamadım... 
Ama dün ve bugün   artık bunu yapmak istediğimden kesin emin oldum... 
Unutmamak adına... Çocuklarıma, başka bir ülkede geçirdikleri bu günlerin  sadece bir ev ve bir okul değiştirmekten öte olduğunu ileride gösterebilmek adına...





İşte bu iki gündür, çocuklarımı gözlüyorum, Ferhan'ın buradaki en sevdiği arkadaşlarından biri Ermeni, diğeri Rus, bir diğeri Sudanlı... 


Onur'unkiler ise bir Türk,  bir Rus ve bir İsveçli…

O kadar sorgusuz sualsiz o kadar safça bakıyorlar ki birbirlerine… O kadar temiz ki kalpleri… Dilden, dinden, derisinin renginden, cinsiyetinden bağımsız…
Sonra düşünüyorum… Peki ne zaman soğuyor kalpler, ne zaman farklılıklar düşmanlığa dönüşüyor , ne zaman başlıyor reddedişler ve daha kötüsü…


İki gündür çocuklarımın gözlerinde insana olan umudum yeşeriyor. Yaşama sevinci doluyor içime… diyorum ki, belki 100 , belki 1000 yıl sonra da olsa… “bir insanı sevmekle başlayabilir herşey …”  yine, yeniden…